2011 Yılı eylül ayından beri koşuyorum. 3-5-10 km derken, sonrasında maraton ve ultra maraton mesafeleri koştum. Ancak uzunca bir süredir 50-60 km çevresinde dolanıp duruyorum diyebilirim. Genelde eğilim devamlı mesafeyi arttırmak yönünde olsa bile 2013 yılından beri maraton ve üstü mesafelerde, bu çıtanın üzerine çıkmadım. Aslında bakarsanız yapabildiğim antrenman karşılığında tamamlayabileceğim mesafenin bu düzeyde olduğunu düşünsem de, bir şekilde bir üst mesafeye çıkmak bilinç altıma işlemiş olacak ki, İznik Ultra organizasyonunda 90k parkurunda koşmak için çok da fazla düşündüğümü hatırlamıyorum.
Her şeyin bir bahanesi vardır, benim de bahanem neydi derseniz. Ataşehir Atletizm’den koşu arkadaşım Alim Küçükpehlivan’ın haziran 2018’de yurtdışında yapacağı 90k’lık bir koşuya hazırlanıyor olması, bu ateşin fitilini yakmıştı. Birlikte İznik’te 90k koşabilirdik. Böylece onun için bir antrenman olurdu, benim içinse bilinç altıma işlemiş mesafeyi arttırma isteğim yerine gelmiş olurdu. Zira mantığım, hazırlanabileceğim ve dolayısı ile koşabileceğim mesafelerin 50-60 civarında olduğunu söylese de, içimde bir yerde artık bir üst mesafeyi koşma isteği yatıyordu.
90K’yı koşma kararını 3-4 ay öncesinden vermiştik. Planladığım ve %90 oranında gerçekleştirebildiğim, antrenman planım, haftada 45km’lik bir koşu mesafesiydi. Cumartesi günleri 20-25k , pazar günleri 10-15k, hafta içi de iki akşam 5k mesafesi olacak şekilde. Tabi bu yoğunluk 90k için yeterli olacak mıydı?
Antrenmanlarımın bir kaçını Çekmeköyde Twilight Team’in uzun mesafe konusunda tecrübeli koşucuları ile yaptım. Büyük çoğunluğu 146km’lik parkuru koşacaklardı, ben ise 90km’lik parkuru. Onlarla birlikte antrenman yapıyor olmak, 20-25 km mesafelerde olsa onlar ile birlikte koşuyor olmak ayrı bir tecrübe ve güven sağlamıştı. Belki tüm antrenmanları tek başıma yapmış olsam, kendimi bu kadar rahat hissetmeyebilirdim.
Koşudan bir hafta önce Alim Abi, -ki birlikte pek fazla antrenman yapmamıştık-, vaz geçelim 50km’ye dönelim dediğinde, kaygısının farkındaydım. Aslına bakarsanız benden az antrenmanı yoktu, ama, biraz önce bahsettiğim gibi, benim farkım daha önce bu mesafeyi ve üstündeki mesafeleri çokça bitirmiş tecrübeli bir ekip ile antrenman yapmış olmamdan kaynaklanıyordu ve o buna göre kendini kıyaslayamıyordu. Yoksa ben onun da bu parkuru tamamlayacağından emindim.
Koşudan birkaç hafta önce de , daha önce 50k parkurunu 2 kez koştuğumuz organizasyonda, bizim gibi önce 50k koşmuş ve sonrasında 90k’ya geçmiş koşucuların derecelerini inceledim. Bulabildiğim strava koşu kayıtlarına bakarak, yıllık koşu yoğunluklarına baktım. Ve bize benzer mesafelerde yoğunlukta bir kaç koşucu örneği bulabildim. Dolayısı ile o koşucuların sürelerinde biz de parkuru tamamlayabilirdik. Bu veriler beni kafa olarak rahatlatmıştı. Artık koşmaya hazırdık.
Koşudan bir gün önce cuma günü öğle saatlerinde Orhangazi’de olduk. Orhangazi İznik arası yolu, her zamanki yönden değil, gölün güneyinden kat ederek, yarış güzergahının ufak bir kısmını inceleme şansı elde ettik. Zeminin çamur olup olmayacağını merak ediyorduk. Zira bir gün önce ve cuma günü sabahı yağan yağmurun sonuçları nasıl olacaktı? Ancak yapabildiğimiz kısa gözlem durumun 90k parkuru için çok da kötü olmadığının ipucunu veriyordu.
İznik’e vardığımızla güzel bir sürprizle karşılaştık ve konaklayacağımız ve son anda bulduğumuz Babacan Otel’in hemen yarış fuarının dibinde olduğunu gördük. Şanslıydık. Eşyaları otele yerleştirdikten sonra, kayıt ve kayıt alanında sohbet, sonrasında brifing ve makarna partisine katıldık. Sohbetler esnasında daha önce SkyErciyes’de birlikte koştuğumuz Sadık Abi, daha önce burada 90k koştuğunu yarın da bizimle koşacağını belirtti ve aktardığı kısa süreli tecrübe benim biraz daha rahatlamamı sağladı.
Akşam son malzeme hazırlıklarından sonra, saat 10da güzel bir uyku sonrasında sabah 6 kalk zili ile zinde bir şekilde uyandık. Saat 7’ye doğru 100 metre ötedeki koşucu otobüsüne bindik. Yolda koşucu arkadaşlarla kısa sohbetler ve sonrasında yarım saatlik bir yolculuk ile Orhangazi’ye ulaştık.
Koşu organizatörü Caner Odabaşoğlu bizi karşıladı ve başlangıç alanında bulunan spor salonunu bekleme bölümüne aldı bizleri. Tüm koşucular son hazırlıklarını burada yaparken, salonda çay, kahve ve içecek ikramı yapıldı. Sabah kahvaltısını, yakındaki fırından aldığımız birkaç simitle, ve diğer koşucu arkadaşların getirdiği peynir ile orada yaptık.
Saat 9’da 60’ın üzerinde koşucu Orhangazi’den çıkış yaptık. İlk 2-3 km göle doğru asfalttan koşarken, sonrasında göl kenarı ve zaman zaman asfalta çıkıp devam ettik. Bu bölüm Solöz’e kadar parkurun en düz ve rahat bölümüydü. Ancak bizim 19km’lik bu bölümü mümkün olan en kontrollü bir şekilde 6 pace denen saatte 10km’lik hızla koşuyor olmamız lazımdı. Zira eğer kendimizi bu bölümde öndeki hızlı koşucuların hızına kaptırırsak ve yorarsak ilerideki zorlu bölümleri çıkarmamız pek de mümkün olamazdı. Biz de öyle yaptık ve ilk 19k’lık bölümü, planladığımızdan 5-6 dk önce, 2 saat gibi bir sürede koştuk. Planımıza uygundu. Kontrol noktasından 2-3 dk’lık beslenme ve sıvı takviyesinden sonra ayrıldık.
Koşu öncesinde yaptığım hesaplamada, parkuru 15saat30dk gibi bir sürede tamamlarız hesabı yapmış ve bu süreyi de aradaki kontrol noktalarına göre planlamıştım.
Solözden sonra Narlıca’ya kadar olan ikinci etabımız 18 km’idi. Dağ etabının başladığı bu bölümde 100 metrelik rakımdan 750 metrelik rakıma ulaşıyorduk.Bu etapta bizim için önemli olan Narlıca’ya vardığımızda iyi durumda olabilmekti. Çünkü en azından Narlıca’dan sonraki parkuru daha önceden koşmanın tecrübesi vardı. Her ne kadar, çok kolay olmasa da beklentimize yakın bir dinginlikle, çok yıpranmadan, son bölümleri iniş olan Solöz Narlıca arasını koşmuştuk. Narlıca’ya geldiğimizde toplamda 4saa50dk geçmişti ve bu da planladığımızın 25 dk önündeydi. Bu kontrol noktasında 5-6 dk mola ile, beslenip sıvı takviyesi yaptık.
Yarışta her kontrol noktasında yaklaşık 1lt’lik su haznelerimi dolduruyor ve tüketiyordum. 10 km’de bir 1 adet jel, yine 15km’de bir 1 adet tuz tableti, ve yine 15km’de elektolit tozunu suyuma karıştırarak içme planı yapıp uyguluyordum. Arada da hurma içine koyduğum cevizlerden yiyordum (Tüm koşu boyunca 6-7 tane tükettim). Kontrol noktalarında da tuzlu, bisküvi, peynir, zeytin gibi gıdaları tüketiyordum.
Bence parkurun en zor bölümü Narlıca ile Müşküle arası. İnişin ve çıkışın çok sık olduğu bu bölüm gerçekten yıpratıcı bir parkur. Nitekim parkurun ilk zorlu inişlerini Zeytin ağaçları arasında yaptıktan sonra, devam eden patikalarda bir anda dengemi kaybettim ve yan tarafa düştüm. Hemen ağaç dallarına tutunmaya çalışırken önümde ve arkamdaki iki koşucu arkadaşım hemen yardıma koştu ve onların ellerinden tutunarak tekrar patikaya çıkabildim. Bu esnada açıkçası ne kadar duyarlı insanlarla koştuğumun farkına vardım. Yardım ederken birbirimizi tanımasak ta sanki 40 yıllık dostmuşuzcasına yardıma koşmaları açıkçası zaman zaman kapıldığımız hırsı düşününce kendi içimde beni biraz da utandırdı diyebilirim.
Narlıca-Müşküle arası parkur 9,5 km mesafedeydi, ve bu bölümü ancak 2 saatte alarak, 6saat 50dk toplam sürede müşküle kontrol noktasına ulaştık. Kontrol noktasında, bize destek veren yerel gönüllü iki kız çocuğu güler yüzle sularımızı doldurdu, kısa bir selamlaşmadan sonra yolumuza devam ettik.
Müşküle-Süleymaniye arası da gene bolca tırmanışın olduğu 10 km’lik bir mesafeydi ve bu etabı da 2 saat gibi bir sürede aldık. Toplamda 8 saat 50 dk’da Süleymaniye kontrol noktasına vardık. Bu kontrol noktasında bizi IDA, Tahtalı Ultra gibi koşuların organizatörü arkadaşımız, gönüllü Polat Dede karşıladı ve onun desteği ve enerjisi ile moral bulduk. Bu bölümde 5-6 dk beslenme ve dinlenmeden sonra yola koyulduk.
Kullandığım koşu saatim en iyi gps ayarında 8 saat dayanıyordu, bu nedenle yolda zaman zaman şarj etmeye çalışıyordum. Ancak daha önce denemediğin bir şeyi ilk defa koşuda kullanma ilkesini bu sefer bu konuda delmiştim ve, test etmediğim power bank sorun yaratmıştı ve bir miktar şarjdan sonra otomatik olarak şarjı kesiyordu. Bunun da negatif etkisini koşu sonunda gördüm, her ne kadar şarjım bitmemiş olsa da, Solözden sonraki kısımlarda gps kaydı bir şekilde olmamıştı. Ama anlık pace ve geçen süre gibi bilgileri saatimden takip edebildim.
Süleymaniye sonrasında tırmanmaya devam ettik. Uzun bir tırmanış sonrasında artık güneş etkisi yerini yükseklerde esen rüzgarla birlikte serinliğe bırakıyordu. Tepe noktaya ulaşıp koşmaya başlamadan önce kısa bir mola ile, uzun kollu iç katman değişikliği yaptık ve sonrasında koşmaya başladık. Derken yaklaşık bir 500-600 metre ilerlemiştik ki, müzik dinlediğim kulaklığımı düşürdüğümü fark ettim ve devam mı yoksa dönsem mi derken geriye döndüm. İç katman giydiğimiz noktaya yaklaşmışken, kulaklığın çantaya asılı kaldığını fark edip geri döndüm.
Bir süre sonra Kirazlıyayla civarında da kafa lambalarımız ve reflektif yeleklerimizi çantalarımızdan çıkarıp giydik. Artık hava kararıyordu. Kirazlıyayla’dan sonraki Derbent’a kadar olan bölüm ağaçlık, ormanlık bir bölümdü. Havanın kararması ile birlikte orman içindeki yön reflektif yön işaretlerini çok rahat görebiliyorduk. Ancak bu bölümleri koşarken dikkat etmek gerekiyordu, her ne kadar kafa lambasının aydınlatması olsa da ,karanlık, zemin kontrolünü daha zorlaştırıyordu. Derken orman içindeki bu bölümü de geçip yaklaşık 16km lik, Süleymaniye Derbent arası etabı 3 saatte tamamlamıştık. Ve son kontrol noktası Derbent’in ışıkları görünüyordu.
Derbent kontrol noktasında, gönüllü ve destek ekibinin alkışları ve destekleri ile karşılandık. Çekmeköy antrenmanlarından tanıdığım koşucu arkadaşımız Serhat Kırali istasyonda bizimle ilgilendi ve bize moral verdi, kendisine buradan tekrar teşekkür ediyorum. Artık son kontrol noktasıydı. Geriye 15km’lik mesafe kalmıştı ve 4 süresinin dolmasına 4 saatten fazla süremiz vardı. Kalan parkur kağıt üzerinde büyük çoğunluğu iniş olarak gözükse de, yine çok kolay sayılmayacak, gecenin karanlığı ile geçilen, patikalardan oluşuyordu. Patika ve dağ yollarının tamamlandığı son inişlerde, zorlansak da artık, şehrin ışıklarını görmüştük. İznik’e Roma devrinden kalan tarihi şehir surlarının doğu kapısından girmiştik. Artık bitiş çizgisine 500-600 metre kalmıştı. Alkış ve destek seslerini duyuyorduk ve sabah 9’da başladığımız ve 14 saat 20 dk süren koşumuz tamamlanmıştı.
İlk 90k’lık koşu, ne çok kolay olmuştu ne de çok zor. Hava koşullarının da yanımızda olması kolaylaştıran faktörlerin başında geliyordu. Ayrıca koşuyu baştan sona kadar bir yol arkadaşı ile koşmak, beni moral olarak çok rahatlattı diyebilirim. Sanıyorum bu mesafeyi önümüzdeki yıl yeniden İznik’te koşuyor olacağım.